Göç ve Mülteci Hukuku Sözlüğü

Zorunlu ya da gönüllü göç sonucunda birbirinden ayrı düşmüş aile üyelerinin göç edilen ülkede bir araya gelme sürecidir. Aile birleşimi ev sahibi ülkedeki üçüncü ülke vatandaşlarının entegrasyonunu artırmaya ve sosyo-kültürel istikrarın sağlanmasına katkı sağlayarak ekonomik ve sosyal uyumunu artırmaktadır.

Toplum içerisinde yer alan azınlık gruplarının dil, kültür ve davranış biçimlerinin zamanla değişerek toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmiş kalıplara uyumlu hale gelmesi durumudur. Asimile olan gruplar kendi geleneklerini tamamen bırakmasalar da zamanla toplumun diğer fertlerinin gelenek ve göreneklerini kabul ederek bütüne dâhil olurlar.

Lehte ve aleyhte arasında hiçbir makul ayrımın yapılamadığı bir durumda, herkese eşit olarak davranılmaması. Ayrımcılık “ırk, cinsiyet, dil ya da din” açılarından (Madde 1(3), 1945 BM Şartı) ya da “ayrımcılığın her türü, örneğin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi ya da başka düşünce, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet ya da diğer statüler” (Madde. 2, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi) açısından yasaklanmıştır.

İnsanların sadece belirli bir kategoriye ait olmalarından dolayı kendilerine olumsuz bir şekilde ayrımcılık yapılmasını reddetme. Devletler hukuku ayrımcılık yapılmasını yasaklamaktadır. Örneğin, 1966 tarihli Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 26. Maddesi uyarınca: “Herkes hukuk önünde eşittir ve hiçbir ayrım yapılmaksızın hukukun sağladığı korumadan eşit olarak yararlanma hakkına sahiptir. Bu bağlamda, hukuk, her tür ayrımcılığı yasaklar ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasi veya başka görüş, ulusal veya toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya başka bir statü nedeniyle yapılan ayrımcılığa karşı eşit ve etkili koruma sağlamayı garanti eder.”

1951 Mülteci Sözleşmesi’nde yer alan mülteci tanımının dayanaklarından biri olan ifade, zulme uğrama riskleri dışında ortak bir özelliği paylaşan ya da toplum tarafından bir topluluk olarak algılanan bir grup anlamına gelir. Sözkonusu özellik çoğu zaman doğuştan gelir, değiştirilemez veya kişinin kimliği veya inancı açısındantemelteşkil eder.

Mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin Cenevre Sözleşmesi, BM Genel Kurulu’nda 1950’de kabul edilmiş, 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanmış ve 22 Nisan 1954 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye sözleşmeyi 29 Ağustos 1961 tarihinde 359 sayılı Kanunla onaylamıştır. Sözleşme, mülteci tanımı, mültecilerin hakları ve yükümlülükleri ile ilgili birçok konuyu içermektedir. Temel amacı herhangi bir çatışma halinde sivillerin ve savaş esirlerinin korunmasını sağlamaktır.

Bir devletin yetkili kurumlarınca yabancıların o ülkede istihdam edilebilmesi için verilen hukuki belgedir. Türkiye’de yabancılar için çalışma izni Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından düzenlenir. Bu çerçevede Türkiye’de ikamet eden ve öğrenim amacı dışında en az altı ay süreli geçerli ikamet izni olan yabancıların çalışmak üzere anlaşmaya vardığı işverenleri çalışma izni veya çalışma izni uzatma başvurularını internet üzerinden Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kapsamında yapılmaktadır. Başvuru tamamlandıktan sonra çıktısı alınarak işveren yetkilisi ve yabancı şahıs tarafından imzalanması gerekmektedir. Buna ek olarak çalışma izninin alınmasına müteakip olarak yabancı şahsın sigortalı giriş kaydının yaptırılması zorunludur. Söz konusu işlem için işveren konumundaki şahsın Sosyal Güvenlik Kurumuna başvuru yaparak işyeri kaydı yaptırması ve yabancı şahsın sigortasını başlatması gerekmektedir.

Çocuğu çocukluk çağından, potansiyelinden ve insanlık onurundan mahrum bırakan ve sağlığına, eğitimine, fiziksel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ya da sosyal gelişimine zararlı olarak çocuk tarafından ifa edilen her türlü iş (Bkz, Çocuk Hakları Sözleşmesi, 1989).

Belirli bir topluluk ve toplumun ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel hayatına tam katılıma olanak sağlamak ve bu katılımı gerçekleştirmek amacını taşıyan süreç. Genel kabul gören bir tanımı olmamakla birlikte, kapsayıcı toplum fikri insan hakları ve temel özgürlüklere, kültürel ve dini çeşitliliğe, sosyal adalete, hassas ve dezavantajlı grupların özel ihtiyaçlarına, demokratik katılıma ve hukukun üstünlüğüne saygıya dayanır (Bölüm 4, Nokta 66, 1995 BM Sosyal Kalkınma Zirvesi).

Gönderen, transit ve alıcı ülkelerin düzenleme normlarının dışında gerçekleşen göç hareketleridir. Hedef ülkeler açısından bakıldığında, bir ülkeye yasadışı giriş yapmak, yasadışı bir şekilde ikamet etmek veya çalışmak anlamına gelmektedir. Bu tanım çerçevesinde, bir göçmenin giriş yaptığı ülkede ikamet etmek için gerekli izin ve belgelere sahip olmaması durumunda söz konusu ülkeye düzensiz bir şekilde giriş yapmış olduğu ifade edilmektedir. Gönderen ülke açısından ise bir kişinin geçerli bir pasaportu veya seyahat belgesi olmadan uluslararası bir sınırı geçmesi veya ülkeden ayrılmak için idari koşulları yerine getirmemesi gibi durumlarda düzensizlik söz konusudur.

Her iki ebeveyninden veya önceki hukuki veya örfi olarak esas bakıcısı kabul edilen kişiden ayrı düşen, ancak diğer akrabalarıyla birlikte olabilecek çocuklar. Dolayısıyla bu terim diğer aile üyelerinin refakatindeki çocukları kapsamaktadır. Avrupa’daki Ebeveynlerinden Ayrı Düşmüş Çocuklar Programı, 2004, İyi Uygulamalar Bildirisi’ne (SCEP) göre, ebeveynlerinden ayrı düşmüş çocuklar menşe ülke dışında bulunan ve her iki ebeveyninden ya da önceki hukuki/örfi olarak esas bakıcısı kabul edilen kişiden ayrı düşmüş çocuklardır’. SCEP, ebeveynlerinden ayrı düşmüş bazı çocuklar Avrupa’ya vardıklarında birinin refakatinde’ görünseler de refakat eden yetişkin bu çocukların bakımına ilişkin sorumluluğu üstlenemeyebilir veya bu kişinin üstlenmesi uygun olmayabilir’ görüşüyle, ‘refakatiz’ ifadesi yerine ‘ebeveynlerinden ayrı düşmüş’ ifadesini kullanır.

Eşitlik ve ayrımcılık yapmama ilkeleri doğrultusunda, kişilere ekonomik, sosyal, kültürel, maddi ve fikri açıdan uygun refah seviyesinin sağlanmasını amaçlayan haklar. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların etkili bir şekilde uygulanabilmesi genelde Devletin aktif müdahalesini gerektirir. Uluslararası kamu hukukunda, bu haklar 1966 tarihli Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nde çalışma hakkı, adil ve uygun çalışma koşulları hakkı, sendika oluşturma ve sendika üyeliği hakkı, grev hakkı, sosyal güvenlik hakkı, ailenin korunması hakkı, uygun yaşam standardı hakkı, barınma hakkı, sağlık hakkı ve eğitim hakkına ilişkin hükümlerde öngörülmüştür.

Yaygın olarak kullanılan anlamda entegrasyon daimi veya geçici yerleşimde bulunan göçmenlerin, hem birey hem de grup olarak toplumun bir parçası kabul edilmesidir. Entegrasyon, göçmenler ve ev sahibi toplumlar arası iki yönlü bir süreç olup göçmenlerin ve ev sahibi toplumların haklarına, yükümlülüklerine, farklı türde hizmet ve iş gücü piyasasına erişimlerine, temel değerlerin tanımlanmasına ilişkin hususları esas alır.

Uluslararası ölçekte, evrensel olarak kabul edilmiş bir ‘göçmen’ tanımı bulunmamaktadır. Göçmen terimi genellikle, bireyin göç etme kararını, zorlayıcı dış faktörlerin müdahalesi olmaksızın kendi özgür iradesiyle ve ‘kişisel uygunluk’ sebepleriyle aldığı tüm durumları kapsar şekilde anlaşılmıştır. Dolayısıyla bu ifade, maddi ve sosyal koşullarını iyileştirmek ve kendileri ve ailelerine ilişkin beklentilerini geliştirmek amacıyla başka bir ülkeye veya bölgeye hareket eden kişiler ve aile fertleri için geçerli kabul edilmiştir. Birleşmiş Milletler göçmeni, sebepleri, gönüllü olup olmaması, göç yolları, düzenli veya düzensiz olması fark etmeksizin yabancı bir ülkede bir yıldan fazla ikamet eden bir birey olarak tanımlar. Bu tanım kapsamında, turist veya iş insanı statüsüyle daha kısa sürelerde seyahat eden kişiler göçmen olarak değerlendirilmemektedir. Ancak yaygın kullanım, tarım ürünlerinin ekimi veya hasadı için kısa sürelerde seyahat eden mevsimsel tarım işçileri gibi kısa dönemli göçmenlerin bazı türlerini de kapsar.

Devlet sınırları içerisinde yabancı uyruklu vatandaşların girişi ve ikametini 23 sağlayan, aynı zamanda mülteci ve korunmaya ihtiyaç duyan kişilere sağlanan korumayı yönetmek için sınır ötesi göçleri düzenli ve insani bir şekilde organize etmeyi amaçlayan, ulusal bir sistem çerçevesinde çeşitli devlet kurumlarınca oluşturulan bir yönetim tanımıdır. Göç yönetimi hem yasal hem de idari düzenlemeler içermektedir.

Bir sığınmacının, iltica başvurusu yaptığı ülkeye varmadan önce fiziksel olarak bulunduğu ve sığınmacıya yönelik etkili bir iltica rejimi sağlama imkânı olan ülkedir. AB’nin uluslararası koruma sağlama veya geri çekmeye ilişkin ortak prosedürler hakkındaki direktifine göre, Üye Devletler sadece aşağıdaki koşullara uyan durumlarda güvenli üçüncü ülke kavramını uygulayabilirler:

(a) ırk, din, milliyet, belirli bir sosyal grubun üyeliği veya siyasi görüş sebebiyle yaşam ve özgürlüğün tehdit edilmemesi;

(b) ilgili AB mevzuatı uyarınca ciddi zarar riskinin olmaması;

(c) Cenevre Sözleşmesi uyarınca geri göndermeme ilkesine saygı gösterilmesi;

(d) uluslararası hukukça belirlenen işkence, insanlık dışı, aşağılayıcı ve zalimane muameleden özgür olma hakkını ihlal edecek şekilde ihracın yasaklanması ve

(e) mülteci statüsü talep etme ve mülteci olduğuna karar verilirse Cenevre Sözleşmesi uyarınca korumanın sağlanması olanağının bulunması.

1951 Sözleşmesi’ndeki mülteci tanımının kilit bir öğesidir. Korkunun haklı nedenlere dayanması, hem öznel bir unsur (zulüm korkusu) hem de nesnel bir unsur (korkunun tarafsız ve meşru bir temeli olmalıdır) içermektedir. 1951 Sözleşmesi uyarınca zulüm belirtilen beş nedenden herhangi biriyle bağlantılı olmalıdır (ırk, din, tabiiyet, belirli bir sosyal gruba mensubiyet ve siyasi düşünceler).

Diğer gruplara kıyasla, çatışma ve kriz zamanlarında ayrımcı uygulamalar, şiddet, doğal ve çevresel felaketler veya ekonomik zorluklarla karşılaşma riski daha yüksek olan herhangi bir grup veya toplumdaki kesimler; çatışma ve kriz dönemlerinde daha fazla risk altında olan (kadınlar, çocuklar veya yaşlılar gibi) toplumsal gruplar ya da kesimler.

Irk ayrımcılığı, ‘ırk, renk, nesep veya ulusal veya etnik kökene dayanarak, kamu hayatının siyasi, ekonomik, kültürel veya diğer alanlarında temel hak ve özgürlüklerden eşit şekilde yararlanmayı ortadan kaldırmak, sınırlamak veya böyle bir etki yaratmak amacıyla kişilere karşı ayrım yapılması, dışlanmaları, kısıtlanmaları veya tercih edilmeleridir’ (1965 Her Tür Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1(1) Maddesi).

Kabul edilen çağdaş değerlere göre, insanların yaşadıkları toplum içinde “hak olarak” talep edebilmeleri gereken özgürlükler ve faydalar. Bu haklar, 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi ve 1966 Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmeleri’nden oluşan Uluslararası Haklar Beyannamesi’nde, yer alır ve bu çekirdek haklardan hareketle diğer antlaşmalar tarafından geliştirilmiştir (örn. Tüm Göçmen İşçiler ve Aile Fertlerinin Korunmasına İlişkin Uluslararası Sözleşme, 1990).

Uluslararası insancıl hukuk, uluslararası kamu hukukunun önemli bir bölümünü kapsamakta ve silahlı çatışma dönemlerinde savaşmayan taraf veya artık taraf olmayanları korumayı, kullanılan savaş yöntem ve araçlarını sınırlandırmayı amaçlayan kurallardan oluşmaktadır. Silahlı çatışma hukuku veya savaş hukuku olarak da bilinen Uluslararası İnsancıl Hukukun iki ayrı dalı bulunmaktadır: “Cenevre Hukuku” (savaşa katılmayan veya savaş dışı kalmış askeri personeli ve siviller gibi savaşa aktif olarak dâhil olmayan kişileri korumak amacıyla oluşturulmuştur) ve “Lahey Hukuku” (askeri operasyonların yönetiminde savaşanların hak ve yükümlülüklerini belirleyen kurallardır).

Başka bir alternatife yer bırakmayan koşulların oluşmasından dolayı mültecilerin, mahkumların, savaş esirlerinin veya gözaltındaki sivillerin menşe ülkelerine geri dönmeleri. Geri dönüş kişisel bir hak olduğundan (esas olarak Devletlerin egemenlik alanına giren sınırdışı işleminin aksine), ister mülteci veya savaş esiri ya da sivilbir tutuklu olsun, uygun şartları taşıyan kişilerin ne vatandaşı oldukları Devlet ne de geçici olarak ikamet ettikleri veya alıkondukları Devlet tarafından iradeleri dışında geri dönüşe zorlanmalarının haklı bir gerekçisi yoktur. Çağdaş devletler hukukuna göre, ülkesine geri dönmeyi reddeden mülteciler, tutuklu siviller veya savaş esirleri, özellikle de kendi ülkelerinde siyasi zulüm korkusu söz konusuysa, geri göndermeye (refulmana) karşı korunmalı ve mümkün ise, kendilerine geçici veya daimi sığınma verilmelidir.

Bilhassa göç hareketleri veya ekonomik yer değişimleri vasıtasıyla farklı kültürlerden gruplar arasında doğrudan ve sürekli temas olmasından kaynaklanan, kültürel âdetlerdeki (fikirler, söylemler, değerler, normlar, davranışlar, gelenekler) bir dizi değişim. Kültürel uyum, bir grubun kendi kültürünü özel alanlarında korurken, kamusal hayatlarında baskın kültürün özelliklerini benimsediklerinde gerçekleşir. Kültürel uyum, iki orijinal kültürün unsurlarını sentezleyen yeni bir kültürün ortaya çıkmasıyla da sonuçlanabilir.

Farklı Devletlerde bulunan insanlar, şirketler ve hükümetler arasında etkileşim ve bütünleşme süreci; uluslararası ticaret ve yatırımın öncülüğünde ve bilgi teknolojileri desteğiyle gerçekleşen süreç. Bu sürecin çevre, kültür, siyasi sistemler, ekonomik kalkınma ve zenginlik ve bütün toplumlardaki insanların esenliği üzerinde etkisi vardır.

BM’nin tanımına göre “ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ve siyasi görüşleri yüzünden haklı bir zulüm korkusu nedeniyle vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve söz konusu korku yüzünden, ilgili ülkenin korumasından yararlanmak istemeyen kişidir” (1967 Protokolü ile Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi, 1A (2) Maddesi). Buna göre, 37 mültecilik hukuki bir statüdür ve mültecilerin söz konusu statüye ilişkin hakları bulunmaktadır. BMMYK verilerine göre 2015 sonu itibarıyla dünyadaki toplam mülteci sayısı 16 milyonu geçmiştir. En fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke sıralaması ise şöyledir: Türkiye (2,5 milyon), Pakistan (1,6 milyon), Lübnan (1,1 milyon), İran (979 bin), Etiyopya (736 bin), Sudan (664 bin), Kenya (553 bin), Uganda (477 bin), Kongo Demokratik Cumhuriyeti (383 bin) ve Çad (369 bin).

Mültecilere yönelik koruma standartlarını içeren uluslararası teamül hukuku ve çeşitli uluslararası, bölgesel ve ulusal belgelerin dâhil olduğu bir bütündür. Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin 1951 Sözleşmesi mülteci hukukunun temel taşıdır. Lizbon Sözleşmesi’nin 2009’da yürürlüğe girmesiyle birlikte, Birlik hukuk düzeni içinde bağlayıcılık kazanan 7 Aralık 2000 tarihli AB Temel Haklar Şartı’nın, iltica hakkı başlığını taşıyan 18’inci Maddesi’nin “İltica hakkı, mültecilerin statüsüne ilişkin 28 Temmuz 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ve 31 Ocak 1967 tarihli Protokol’ün kuralları gözetilerek ve Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşmaya uygun olarak teminat altına alınır” ifadesiyle iltica hakkı, AB hukuku düzeninde bir temel hak olarak tanınmıştır.

Zulüm veya ciddi tehlike sebebiyle bir devletten kaçan kişilere başka bir devlet tarafından sağlanan korumadır. Bir Devletin geri göndermeme (non-refulman) ilkesi ve uluslararası veya ulusal düzeyde tanıdığı mülteci haklarına dayalı olarak topraklarında verdiği bir koruma türü. Vatandaşı olduğu veya ikamet ettiği ülkede koruma sağlanamayan, bilhassa ırkı, dini, tabiiyeti, belirli bir sosyal gruba mensubiyeti ya da siyasi görüşü nedeniyle zulüm görmekten korkan kişiye verilir.

Sığınma verme hakkı (devletlerin topraklarında bulunan kişilere kendi takdirine göre sığınma hakkı verebilmesi) ve sığınma kazanma hakkı (sığınma talep edilen devlet veya takipçi devletten bu hakkın kazanılması) olmak üzere iki anlamda kullanılan genel bir terimdir. Sığınma hakkı, kendi ülkelerindeki zulümden ve ciddi hayati tehlikelerden kaçan, dolayısıyla uluslararası korumaya ihtiyaç duyan kişilere verilir. İlk kez Mültecilerin Korunmasına İlişkin 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi’nde tanınan sığınma hakkı temel bir haktır ve ülkeler nezdinde uluslararası bir yükümlülüktür. Buna ek olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A (III) sayılı Kararıyla ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 14’üncü Maddesi’nin birinci fıkrasına göre, herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı bulunmaktadır.

İlgili ulusal ya da uluslararası belgeler çerçevesinde bir ülkeye mülteci olarak kabul edilmek isteyen ve mültecilik statüsüne ilişkin yaptığı başvurunun sonucunu bekleyen kişidir. Başvurusunun kabul edilmemesi ve kendisine insani 42 veya diğer gerekçeler nedeniyle ülkede kalma izni verilmemesi durumunda bu kişi sınır dışı edilebilir. Ayrıca şartlar gerektirdiğinde söz konusu kişilerin kapalı alanlarda tutuklu kalması da mümkün olmaktadır.

Farklı ülkelerde ve bağlamlarda farklı kullanılan ve anlaşılan göçmenlerin hem birey hem de grup olarak toplumun bir parçası kabul edildiği süreç olarak tanımlanabilir. Genellikle göçmenler ve ev sahibi toplumlar arasında iki yönlü bir sürece atıfta bulunur. Ev sahibi toplumların göçmenleri kabul konusundaki gerekli somut koşullar, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Uyum ile daimi yerleşimin kast edilmesi gerekmez. Ancak göçmenlerin ve ev sahibi toplumların haklarına ve yükümlülüklerine, farklı türde hizmetlere ve işgücü piyasasına erişime, göçmenleri ve ev sahibi toplulukları ortak bir amaç için bir araya getiren temel değerlerin tanımlanmasına ve bunların gözetilmesine ilişkin hususlara işaret eder.

Özellikle silahlı çatışma, genel şiddet durumları, insan hakları ihlalleri veya doğal veya insan eliyle yaratılmış felaketlerin etkilerinden kurtulmak için mutat olarak ikamet ettikleri yerlerden kaçmaya zorlanmış veya kaçmak zorunda kalmış olan ve Devletlerin uluslararası olarak tanınan sınırlarını aşmamış olan kişi veya gruplar (Ülke İçinde Yerinden Edilmeye İlişkin Kılavuz İlkeler, BM Belge No. E/ CN.4 /1998 /53 / Ek.2.).

Bir devlete kanunlar çerçevesinde hukuki bağı olan kişidir.

Bir ülkedeki vatandaş olmayan kişinin o ülkenin vatandaşı olmasına ilişkin yasal düzenleme ve süreçtir.

Uluslararası düzeyde, yabancı düşmanlığı ile ilgili olarak genel kabul gören bir tanım bulunmamaktadır. Ancak, yabancı düşmanlığı, kişilerin topluluğa, topluma veya ulusal kimliğe yabancı oldukları veya dışarıdan geldikleri düşünüldüğü için kişileri reddeden, dışlayan ve sık sık kötüleyen tavırlar, önyargılar ve davranışlar şeklinde tanımlanabilir. Birbirinden ayırt edilmesi zor olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığı arasında yakın bir bağ bulunmaktadır.

6458 Sayılı “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu” 11 Nisan 2013 tarihli ve 28615 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Kanunla Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün kuruluş, görev, yetkiler ve teşkilatlanmasını belirleyen hükümler de yürürlüğe girmiştir. Kanunun bunun yanında yabancılarla ilgili iş ve işlemleri, sınırlarda, sınır kapılarında ya da Türkiye içinde yabancıların münferit koruma talepleri üzerine sağlanacak uluslararası korumayı, ayrılmaya zorlandıkları ülkeye geri dönemeyen ve kitlesel olarak Türkiye’ye gelen yabancılara acil olarak sağlanacak geçici korumayı düzenlemektedir.

Doğal ya da insan yapımı nedenlerden dolayı içerisinde yaşama ve refaha yönelik tehditleri de içeren bir zorlama unsuru bulunan göç hareketi (Ör: mültecilerin, ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin hareketleri ve doğal, çevresel, kimyasal, nükleer felaketler, açlık ya da kalkınma projeleri nedeniyle gerçekleşen hareketler).

Genellikle silahlı çatışma veya doğal afetler sebebiyle, bir kişinin evinden ya da ülkesinden, rızası olmadan çıkarılmasıdır. Her yıl düzenli olarak yayımlanan BMMYK’nın Küresel Eğilimler Raporu’na göre 2015 yılı sonu itibarıyla zorla yerinden edilenlerin sayısı ilk kez 60 milyon eşiğini aşmış ve 65,3 milyona ulaşmıştır. Dünya nüfusunun 7,349 milyar olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu dünyadaki her 113 kişinden 1’inin ya sığınmacı ya da ülkeleri içinde yerinden edilmiş durumda veya mülteci olduğu anlamına gelmektedir.

Doğal veya insani nedenlerden dolayı vatandaşların kendi ülkelerindeki yaşamına ve refahına yönelik tehditlerden dolayı bir zorlama unsuru bulunan göç hareketini tanımlamak için kullanılan genel terimdir. Eski Yugoslavya ülkelerinde cereyan eden savaş sonucu oluşan göç dalgaları, bir zorunlu göç örneğidir. Mültecilerin ülkesinde yerinden edilmiş kişilerin hareketleri ve doğal, çevresel, kimyasal, nükleer felaketler, açlık ya da kalkınma projeleri nedeniyle gerçekleşen hareketler de zorunlu göçe örnek olarak verilebilir.

Kaynaklar

Uluslararası Göç Örgütü (IOM) Göç Terimleri Sözlüğü, İktisadi Kalkınma Vakfı Mülteci Sözlüğü
X